26 Aralık 2015 Cumartesi

TÜBEK

Merhabalar, ne zamandır yazdığım hikayemi paylaşmak istiyordum. Sonunda buna fırsat bulabildiğim için memnunum. Hikayemin ismi Tübek.

GİRİŞ

"Bence pek yakışıklı değiller." Dedim umursamaz bir tavırla. Eda gözlerini büyüterek bana baktı. Bunu söyleyeceğime şahsına hakaret etseydim daha az alınacağına emindim.
"Ne demek yakışıklı değiller ya! Sen 5SOS'a azıcık bile benzeyen birilerini sokakta görsen heyecandan öteki tarafı boylarsın!" Eda'nın günlük çemkirmesini sessizlikle dinleyerek iç çektim. Benim 11 yaşındaki küçük kız kardeşim çoktan ergenlik belirtileri göstermeye başlamıştı bile. Tamam aramızda sadece iki yaş fark vardı ama ben oldukça olgun bir kız olduğumu düşünüyordum.
"Nasıl olsa ne senin ne de benim onları gerçek hayatta görme şansımız yok niye tartışıyoruz ki?" dedim büyüklük bende kalsın tavırları içinde. Kafasını bana doğru bile çevirmeden;
"Hiçte bile. Hele bir 18 yaşıma geleyim. O zaman sana Avustralya'dan el sallayacağım." Eda insanların 18 yaşına geldiklerinde kendilerine sihirli değnek dokunmuşçasına büyüyüp, özgürleşip, istedikleri her şeye sahip olacaklarını düşünüyordu. İzlediği dizilerin de bunda büyük bir payı vardı elbette. Tekrar iç çektim. Eda büyülenmişçesine Amnesia klibini izliyordu. Küçük kız kardeşimi hayalleriyle baş başa bırakma vakti gelmişti. Haftaya sınav dönemim başlıyordu ve çalışmam gerekiyordu. Derslerle boğuşmaya başlamadan önce telefonumdan Facebook'u açtım. Millet ne yapmış ne etmiş diye ekranı kaydırırken saçma Facebook reklamlarından birine tıklamıştım. Önüme bir sayfa açıldı. En üstte Tübek Koleji yazıyordu. Bu okulu biliyordum. Türkiye'nin sayılı liselerinden biriydi. Sadece İstanbul'da bulunan bir okuldu. Giriş kriterlerinin çok zor olduğunu duymama rağmen hep ilgimi çeken bir yerdi. "İMKANSIZI BAŞARMAK HİÇ BU KADAR KOLAY OLMAMIŞTI!" mottosuyla bir video paylaşılmıştı. Okulun tanıtım filmiydi. Hemen tıkladım.
Beş dakikalık kısa bir video olmasına rağmen neredeyse bütün okulu gezmiş gibiydim. 450 kişilik tiyatro salonu 12 labaratuvar, 5 bilgisayar odası, 1 basket, 1 voleybol, 3 futbol sahası, 3 tenis kortu, kapalı ve açık spor salonları, müzik ve resim atölyeleri, korolar, çeşitli kulüpler ve en önemlisi üniversite için yurt dışı eğitim programları. Gözlerim faltaşı gibi açılmış şekilde videoyu izledikten sonra normal hayatıma dönebilmek için evdeki koltuklara göz gezdirdim. Gerçekten böyle okullara nasıl insanlar gidiyordu? O büyük gökdelenlerde yaşayanlar tabii ki, kimler olacak başka dedim kendi kendime. Benim durumumdaki birinin öyle bir okula gitmesi ancak filmlerde olurdu. Ama videodaki son beş yıldır durumu olmayan zeki ve çalışkan öğrencilere burs imkanları sağladıkları kısım dikkatimi çekmişti. Birden kafamda bir ışık çaktı. Neden olmasın? Dedim kendi kendime; bende zeki ve çalışkandım. Notlarım hep yüksekti ve sınıfta hep ilk beşin içinde yer alıyordum. Bende büyük hayaller kuramaz mıydım? Burs imkanı varsa benim içinde kazanma şansı vardı demek ki. O an kararımı vermiştim. Bu okula girecektim. Geceleri uykusuz kalıp çalışmam gerekse bile Tübek Koleji'nin öğrencilerinden biri olacaktım. Neyim eksikti ki? Ailemin durumu beni göndermeye müsaade etmiyor diye bu olanaklardan faydalanamayacak mıydım yani? Başaracaktım ve asla pes etmeyecektim. Annemin "Ayça kalk oradan yemek hazırlayacağım." Demesiyle sessizce kitaplarımı toplayıp odama yöneldim.

DÜŞÜNCE

Düşünüyorum...Belki kendimce bir çözüm bulmak için...Belki de sadece öylesine...Düşünüyorum.Ama biliyorum ki bazen düşünmemek gerekiyor bazı şeyleri...Düşünmemek...Sadece gülümsemek,mutlu olmak,belki güzel bir şarkının herhangi güzel bir sözünde öylece asılı kalmak,belki de herkesin de dediği gibi umursamamak…Adı her neyse…Sadece düşünmeden yaşamak…Çünkü biliyorum ki düşündükçe daha beter oluyor her şey…Sanki o kafamdaki boşluklar hiç dolmaz gibi…Sanki cevapsız soruların ardında ezilip büzülüp öylece sessizce kalakalmak,belki de ezilmek gibi…Sanki o cevapsız sorular hiç cevaplarına kavuşamayacak da öylece kafamın herhangi bir yerinde hep asılı kalacak gibi…Sanki düşünmek öldürüyor gibi…İşte o an düşünmekten vazgeçiyorum… Sadece kabulleniyorum belki,belki de hep aklımda oluyor ama belli etmiyorum gibi…Sonra,sonra olan oluyor…Etrafında beni benden daha iyi bilir dediklerin sana umursamaz diyor.Kafandaki o kargaşayı bilmeden.Sadece o güler,o umursamaz,o hep mutlu diyorlar.Halbuki bilmiyorlar.Ben her an bu düşüncelerden kaçıyorum…
          Kafamı kaldırıp pencereye bakıyorum.Yağmur yağıyor.Usul usul…Sadece gülümsüyorum.Çünkü yağmur  beni anlıyor gibi…Sanki o güzel toprak kokusu beni mutlu etmek için gibi…Ben de karşılık veriyorum o zaman.Mutlu oluyorum…Bir de o yetmezmiş gibi o rüzgarın uğultusu kulaklarıma geldikçe sanki beni öldüren,beni o çırpındıran düşüncelerden arındırıyor gibi…İşte bu yüzdendir ki rüzgarı ve yağmuru severim.Bazen sırf bu düşüncelerden arınmak için tek başıma çıkıp dolaşırım o rüzgarlı havada…Bazen unutmak,bazen düşünmemek için…Bazen de öylesine sadece mutlu olmak için…
Puslu soğuk hava
Dökülen yapraklar
En sevdiğim mevsimdi
Sarı sonbahar
Artık değil
….
Candan Erçetin/Onlar Yanlış Biliyor